29.12.2009

istanbul'da bir gün..

bugün taaa üniversiteden bir arkadaşımla uzun bir aradan sonra buluştuk boğazın sarıyer kıyısında..balıkçı teknelerinin karşısına geçip kurulduk güneş alan masamıza..çift kaşarlı domatesli tostlarımızı yerken bir yandan da açık çaylarımızı yudumlayıp boğaz havasını içimize çektik..öyle iyi geldiki boğazı böyle yakından görmek..pek keyif aldım her anından..

24.12.2009

home sweet home..

nihayet evimdeyim..cumartesi gününden beri..uçuş birbuçuk saat rötarlı gerçekleşti..bir an hep o havaalanında kalacakmışım gibi geldi terminal'deki tom hanks gibi..neyse fazla sürmedi bekleme süreci..rahat ve lezzetli bir yolculuk ardından uçaktan indim ve 'ohh be' diye bir nefes verdim en seslisinden..hala orada olanlara selamlar:)

16.12.2009

paranoid bherefu..

herşey tamam..cumartesi beni alana götürecek taksiyi bile bugünden rezerve ettim :) .... allaaam iyiki biletim BA'dan değil..adamlar tam da xmas zamanı 12 günlüğüne mi ne greve başlıyor..xmas yolcuları perişan..hepsinin programları iptal oldu..çok şükür benim bilet THY'den..ne varsa insanın kendi vatanında var canım :p ...gerçi artık anlamayan kalmamıştır, yani 'itiraf ediyorum' diye başlamamın bir anlamı yok sanıyorum ama yine de öyle söylemek geliyor içimden..tamam..itiraf ediyorum..arkadaşlarımı çooook özledim-buradaki 'çooook' oldukça içli ve derinden gelen bir çoooook-yani kendimden bunu hiç beklemezdim.. yaş ilerledikçe insan yumuşarmış da ben onu 50'den soora falandır diye düşünmüştüm..erken geldi benimki..bu arada tam 15 gün sonra artık ne yaparsam yapayım 30 yaşımdayım demekten kaçışış yok..geçen eylülden beri 30 olduum halde şimdiye dek 2009-1980=29 diyip işin içinden çıkıyordum..ama artık 2010-1980=30 olacak..milletin gözünün içine baka baka '29 yaşımdayım' demek azıcık ters olacak..aslında 29 demekten daha iyi kanımca..çünkü 29 derken sanki yaşım aslında 30muş da ben bunu kabul etmeyip hala 29'a takılıp kalmışım gibi duruyordu..yani bana öle geliordu en azıından..neyse..artık düz 30 diyelim güzelleşelim..............1 ocaktan itibaren elbette :)

karlaaarr duserr..

yuppiii..nihayet kar yagmaya basladi bu sabah..lapa lapa hem de..oyle guzelki..hepimiz cok heyecanlandik..anlamiyorum bu kar mucizesini..ufacik birkac parca buz kirintisi bir anda herkesi mutlu kiliyor..disari cikmam lazimmmm..

9.12.2009

efenim sohoyu da gördük şu naçiz ömrümüzde..

gördük ki ne gördük..fotoğraftaki sokak çin mahallesi denilen gerrard street...efenim bu mahallede beleş gazeteler bile çince..çin restoranları, çin marketleri, çin insanları..herşey çin bu civarda..hatta sokak tabelalarındaki sokak isimleri hem latin hem de çin harfleriyle belirtilmiş..biz daha kavga edelim yok türktü yok kürttü diye..millet çinli dememiş bağrına basmış üzerinden çatır çatır kazanıyor paraları..her ocak ayında bu çinliler fotoğrafta görünen iki adet sokak takının arasında festival düzenliyorlarmış..kesin görülmeye değerdir..bir üst sokak ise sohonun kalbi diye bilinen old compton road..orada fotoğraf çekmedim hiç, çekindiğimden:) ...sağım solum her yanım gay kulüpleri artiz takımı barları vb oluşumlarla kaplanmıştı..sadece görsel hafızama kaydetmekle yetindim..bir de bu aralar homofobik cinayetleri artmış london'da..hacı sen hala istanbuldasın dimi??
(photo by bherefu)

saatchi gallery..

gerçekten, en samimi duygularımla-olduğu kadar elbette-çabaladım modern sanatı anlamak için..hatta üşenmeyip kalkıp taa saatchi gallerye kadar gittim ve 13 adet sergi salonunun tamamını tek teek dolaştım..itiraf ediyorum..çalışmalar arasında gerçekten insana ilham veren, zihnini çalıştıran örnekler vardı..birden fazla üstelik:) ....ama kanımca benim ve de tepkilerden anladığım kadarıyla pek çok başka ziyaretçinin ilgisini en üst düzeyde çeken çalışma üstte resimlerini görebileceğiniz 'old persons home' isminde olanıydı..10-15 tekerlekli sandalyenin herbirinde bir yaşlı adam(heykeli) oturuyor..fakat bu yaşlı adamlar sıradan yaşlı adamlar değiller..her biri bir dünya liderini anımsatıyor..kimisi uyuyor görünüyor arkaya kaykılmış..kimisi ölü gibi duruyor..kimisi ise cin gibi gözleriyle size bakıyor..sandalyeler rastgele hareket ediyorlar..ileri geri sağa sola..yavaş yavaş ama sürekli..bazan birbirlerine çarpıp kalıyorlar, hemen bir görevli gelip onları ayırıyor ve sonra aynen devam.....aynı anda hem ürkütücü hem eğlendirici hem düşündürücü olmayı başaran bir çalışma naçizane düşünceme göre.....asla modern sanat uzmanı olamayacağım belki ama bu defaki tecrübem öncekiler kadar yıldırıcı değildi doğrusu:)
(photo by bherefu)

8.12.2009

anthropologie..



ya burda bir mağaza var anthropologie adında..regent streette..kadın kıyafetleri takıları ev eşyaları satıyor..acaip bir yer doğrusu..herşey öyle pure öyle freshki dükkan kapandıktan sonra da orada yatıp uyuyası geliyor insanın-buradaki insan ben oluyorum elbette..tüm ürünler eco-friendly-gibi görünüyor en azından..bunu anlasa anlasa en iyi nefayda anlar..sadece mağaza değil aynı zamanda sanat galerisi gibi..mağazanın dekoratif elemanları bile çok özel tasarımlar..mesela bir yemek masası örneğinin üzerinde tavandan kocaman bir balina-kılıçbalığı karışımı bir balık asılıyor avize gibi..ya da mağazada koyunlar var merdiven sahanlığında duran..gerçek bitkilerden yapılmış canlı duvarın önünde otluyorlar..o caddeden her geçişimde mutlaka uğrayıp şöyle bir göz gezdiriyorum etrafa..bence içeride küçük bir de kafe açsınlar..müthiş iş yapar..

eh nihayet..

sen kalk london'a gel ama hala british museum'u görme..olacak şey değil..neyse bu task'ı da yerine getirmiş olmanın gönül rahatlığıyla çektiğim en kayda değer kareyi buraya ekliyorum..bina pek şahane doğrusu..içindekilerden şahane olmasın..özellikle de normanfosterın eklediği çatı örtüsü meseleye son noktayı koyuyor..nasıl bir ektir bu şaşarsınız sayın seyirciler..bizim mimarlar hala mezar tasarlamakla uğraşsın..akıl alır şey değil efenim..müzenin sadece bir bölümünü gezdikten sonra yorgunluk atmak için kafede-which is under that roof-oturduk..ışık loştu..akustik daha bi hoştu..acaip keyiflendik..eh bir de insanın yanında bir mimar olunca neye nasıl bakacağını daha iyi biliyorsun..

6.12.2009

başlık..

'' Eat well, shit strongly and you need have no fear of death''

Bir İspanyol deyişi..yeni öğrendim..ifadenin yalınlığı anadilinde olmasa bile çarpıcı..bugün sık sık güldüm bunu hatırlayıp..yeniden başladım karalamaya kara kaplı defterime..unutmuşum hissettirdiği o tatlı tatmin ve kendinden kurtulma duygusunu..çitos nereye gittin ki..fazla kalmasa bari..kendisini yanında götürdüğü sürece hiçbirşeyden kaçamaz bunu bilmiyor mu bu çocuk..güzel bir kalemim var london graphic centerdan satınaldığım..istediğim kalınlıkta çizgi çizebiliyorum onunla..sonra da serçe parmağımla istediğim tona gelene kadar dağıtabiliyorum..dün sınava girdim..dün gece ise buraya geldiğimden beri en ve de tek sağlıklı uykuyu uyudum..dün sınavdan sonra önce british museuma sonra da covent gardenda bir italyan restoranına gittik..mekan iyiydi de pizza tahta gibiydi..steak bıçağı gibi bıçaklarla bile zorlandık kesmekte..hayatımda çok fazla mimar var..burada bile sıklıkla görüştüğüm iki kişinin ikisi de mimar ikisi de ispanyol ikisi de londonda iş arıyor çünkü ikisi de burada kalmak istiyor..şaşırma dönmekten mutlu olacağıma..burası benim için fazla düz..şaşırmaya fırsat yok..rutine giriyorsun bir an geliyor..oysa istanbulda her an tetiktesin..daha çabuk yaşlandırıyor belki ama sıkılmadan ölüyorsun..öleceğim daha doğrusu..hayata gerçekten uyum gösteriyor muyum yoksa şizofrence uyumluymuş gibi mi yapıyorum bilemedim..bugün bu evd...boşver vazgeçtim yazmaktan..canım istemiyor..

ortaya karışık..

Efenim aşağıda görünen yer meşhur trafalgar kare'si..havuzu olsun devasa sütunu olsun kalabalığı olsun herşeyiyle tipik bir kare..yalnız şu korkunç xmas ağacı olmasa daha iyi olacaktı..ama belediye başkanı 'big blonde' paraları dekorasyondan ziyade metronun yenileme çalışmalarına ayırmayı daha uygun buluyor kanımca..yanisi nefaydacığım; süsleme işi istanbuldan çok da farklı değil london'da..
burası hep hayranlıkla bahsettiğim o konserleri izlediğim St Martin in The Fields ismindeki kilise..Trafalgar meydanına bakmakta bu cephe..yanisi trafalgar tam arkamda kalıyor bu durumda..
tamam..cuma akşamını müzede-müze demek hakaret olur, onun bir adı var "National Gallery"- geçirerek loser sıfatını hakettiğim düşünülebilir..lakin birkaç örnek vermek isterim cuma günü kendini bana sergileyenler arasından: Venus and Mars of Botticelli, Arnolfini Portrait of van Eyck, The Rokeby Venuz of Velazquez, Bathers at Asnieres of Seurat ve hatta Sunflowers of Van Gogh..hala loser olduğumu düşünen yoktur sanıyorum :)

bu senin için nefayda..

covent garden ismindeki marketplacede gezerken çok şahane bahçe malzemeleri satan bir butikte bu minimini fakat bir o kadar cute centerpiece'lei gördüm masalar için..birbirine bağlı 6 cam küreden oluşuyor..cute isn't it?

1.12.2009

yeni ay saga..

bugün, bu adada bulunma amacıma hizmet etsin diye sinemaya gitme aktivitesini tekrarladım..lakin amerikan aksanından nefret ettiğime karar verdim..adamlar ağızlarının içi muffinle dolu gibi konuşuyorlar..hiç mutlu hissetmedim bundan dolayı..neyse..nihayetinde filmi izledim sonuna kadar..burada film vizyona girmeden 1 hafta önce biletler tükenmişti her yerde..metroda herkesin elinde olayın kitapları vardı on 15 gün falan..acaip bir pazarlama aktivitesi icraa etti 'yetkililer'..filme gelince; it's completely rubbish..that's what i think of course..ben kardeşimin zoruyla ilk filmi izlediydim ve de rubbish olduğuna kanaat getirdiydim..fekat o zaman rubbish nedir haberim yokmuş..filmin tahminimce en heyecanlı bulunan bölümünde esniyordum o derece yani..neyseki gittiğim sinema oturduğum yerin civarındaki ucuz bir sinema da verdiğim paraya acımadım..ucuz dediysem buranın şartlarına göre ucuz..bizde kanyonda falan gidersin sinemaya o paraya sanıyorum..neyse..filmin benim açımdan en ilgi çekici sahneleri jacob'ın göründüğü kısımlardı..şuursuz bella'nın çocuğa arkasını dönüp soluk benizli kırmızı dudaklı efemine bloodsucker'a varmasını pek akılsızca buldum doğrusu..jacob'cığım en güzel, en kurt, en vahşi haliyle orada öylece kalakaldı..neyse..hiç beklemediğim bir anda film sonlandı da jacob'a rağmen sıkntıdan patlamak üzereyken kaçtım oradan..

ticaret..bavul olanından..

ciddi biçimde düşünmeye başladım ticarete atılmayı..bendenize bu ilhamı veren ise bu london'daki bir ucuzcu mağaza zinciri..efenim sözkonusu mağaza adanın pek çok noktasına dağılmış halde hizmet vermekte..en büyük şubelerinden biri de elbette london'un güzide caddelerinden oxfordstreette bulunmakta..dükkana ilk girdiğinde şartlı refleksin eşiğinden dönmek üzere bir kaçma güdüsünün pençesine takılıyor insan..lakin 1-2 saniyelik-ya da dakikalık herneyse..zaman algım pek iyi olmadı genelde-sabır gösterisinin ardından dükkana girildiğinde durumu kavrıyorsun..hiç de dandik olmayan eşofmanlar, bornozlar, nevresim takımları, aksesuarlar, pijamalar, kazaklar falanlar filanlar 1 ila 15 pound arasında değişen fiyatlarla reyonlarda seni beklemekteler..acaip bişey..sen daha bir süre öyle pel pel bakarken ingilizyuslar seni dirsek atma yöntemiyle yollarından uzaklaştırarak ürün yığınlarının arasında yol almaya başlıyorlar yırtıcı kuşlar edasıyla..neyse nihayetinde insansın sen de, adapte oluyorsun az zaman sonra..amanın onlar ne güzel pijamalar öyle..ne de güzel çoraplar konçunda geyik kafalarıyla..çok fena..50 pounda dünyayı alıp çıkıyorsun oradan mesela..bu mümkün yani..tecrübeyle sabit..

düşünmeye başladım ister istemez..bunları birkaç bavula doldurup nişantaşında bir tükkan kiralasam..sonra da hepsini 'spot ürünler..hepsinden sınırlı sayıda' diye pazarlasam..tutar bence..düşün bir; bu geyikli çoraplardan sadece sende olacak..hem de kırmızı beyaz..istemez misin..istersin elbette..adamlar bu primitive mantığı azcık geliştirip H&M'i yaratmışlar yahu..ben neden öyle bir imparatorluk kurmayayımki..

misguided..

cumartesi günü sınava giriyorum..yazma kısmı korkutucu görünüyor..başlatma şimdi ingilizce blog yazmaktan..kendimi istediğim gibi ifade edemiyorum o dilde..istanbulu özledim..asmalımesciti özledim..istiklaldeki housecafeyi özledim..hava çok soğuk..donuyorum bugün..derse ara verdim..çok sıkıldım..alışılmadık birşey değil neyseki..bugün bir ara twilightı izledim..yaw amerikan ingilizcesi ne .oktan şeymiş şimdi daha net duruyor karşımda..öylece oturuyor yarım saattir kıpırdamadan..yediği yemekten geriye kalanlar önünde..ayağının dibinde küçük bir çanta..ayakkabılarının ucu yırtık..homeless falan herhalde..yoksa ingiliz milleti aç kalır yine de kötü eskimiş ayakkabı giymez kanımca..bugün googletalk diye bir mecradan ares’le konuştuk..en son sivasa gittiğinde hüssein’i görmüş..hüssein’in keyfi yerindeymiş ama 49 günden daha az günü kalmış olsa daha da memnun olurmuş anladığım kadarıyla..çikolatalı muffin yedim çayla..kilo verdim sanıyordum oysaki almışım bile..ne hayal kırıklığı ama..gözlerim kaşınıyor ve de sulanıyor..sınıf arkadaşlarımdan biri 17 yaşında..’aa senin ehliyet de yoktur şimdi’ dedim bozuldu fransız..’önemi yok 2 hafta sonra 18 oluyorum..ayrıca kendimi 25 hissediyorum’ dedi bana..böyle bir an kal geldi bana neyse sonra toparladım da ingiliz gülümsememi yerleştirdim yüzüme..haftasonu istanbulda mı dedi birisi emin değilim ama herkimse dediğine katılıyorum..ben ingilizler için fazla soğuğum..isveç falan beni paklar kanımca..nefayda bana bir mail atacaktı ama atmadı hala..nolduki acaba..aaa nesliyi arayacaktım pazar günü bricklane’e gitmek içün unuttum..neyse yarına artıkın..high mountains by gökhan kırdar..sıcak şarap aldığım gece geldi aklıma..ne gündü ama..perde beyaz ve ben ışıklarını görebiliyorum sokak lambasının..geceleri kalın perdeleri çekmeden yatıyorum zira uyuyamam zifiri karanlıkta asla..gecenin bi vakti gözümü açtığımda etrafımı görmem lazım..okuma yapmam gerek daha..içinde robin yazan dışında da 3 serçe resmi olan bu kupayı çok sevdim çalsam mı acaba..manikür eldiveni kalmamış dükkanda..ne yii olurdu kalsaydı..yarın olmadı diğer şubeye giderim..neyse..